|


İKİ TUS BİR İNSAN

TC kimlik numarasını yazdığında “bir programa yerleştirilemediniz” yazısını görünce gözleri kararmış, bakışları donuklaşmış ve öylece kalakalmıştı. O anda sanki zaman durmuş birisi düşünen beyin hücrelerinin pause tuşuna dokunuvermişti. İlk birkaç saniyede duygusal anlamda ne yapması gerektiğine hızla karar vermesi gerekiyordu. Arkadaşını mı aramalı?, ailesini mi aramalı?, tekrar sonuca mı bakmalı?, boş verip üzerinde durmamalı mı?… O bunlardan hiçbirini yapmamış ve içinden kopan bir fırtına, gök gürültüsü ve ardından başlayan sağnak yağışı tercih etmişti. Saatlerce gözleri kızarana kadar ağlamayı tercih etmişti. Belki akıttığı her gözyaşı damlacığı içinde biriken sıkıntıyı da beraberinde götürür diye ağladı ağladı. Belki şu anda en iyi arkadaşının, anadan bile sıcak gelecek şefkatin gözyaşlarında olduğunu umuyordu. Her cefanın bir sefası ya da her çıkışın bir inişinin olduğunu düşünmeden. Hayatın sadece o andan ibaret olduğunu zannederek. Olmamıştı işte. İlk TUS’unda olmamıştı. Kazanamamıştı. Oysaki o sınavı kazanmayı ne çok isterdi. Neler vermezdi ki kazanmak için. O anda elindeki bütün varlıklar onun için bir hiçti. Ne içtiği su, ne yediği yemek, ne bindiği araba, ne oturduğu ev. Ne de etraftan gelen moral sözcükleri. Hepsi boştu onun için. Hemde bomboş. Çünkü neyi istediğini çok iyi biliyordu. Oysaki ne kadar da çok çalıştığını düşünüyordu. Liseden, kendi akranlarının çoğu hayata farklı yollardan giriş yapmışlar, çoğu giriş yaptığı yolda kendini geliştirmiş ve mutluluğu yakalamış diye hep içinden düşünüverdi. Hatta hayata aynı yoldan giriş yaptığı arkadaşlarından da bir kısmı bu sınavda kazanıp uçup gidivermişti. Hadi kendisine kazanamadığını izah edebilirdi. Ya akrabalarına. Anlamazdı anne, abi, yenge… Onların sadece tek bildiği vardı. Çocukları sınava çok çalışmıştı ve bunun doğal tek sonucu olacaktı: Sınavı kazanmak. Birde daha vahim olanı ikinci, üçüncü dereceden akrabalar. Son 3-4 aydır işi gücü bırakıp sadece sınavın sonucuna odaklanmış, akrabalarına ne diyecekti şimdi. Onlara bu sınavın ilkokul giriş sınavı olmadığını, sınava giren herkesin çok çalıştığını, sınava giren herkesin doktor olduğunu anlatmak ne zordu. Adı gibi emindi, ilkokulu bile zor bitirmiş bazı akrabaları gerçekten üzülmüş gibi bir tavır takınacak ama içinden de kıs kıs güleceğini düşünüyordu. Böyle düşünmeden alamıyordu kendini.

Biran gözü salondaki kitap yığınına takılıvermişti. O an gözleri kararmış, bulantısı olmuş nerdeyse kusuverecekti oracığa. O kitaplara yeniden çalışması gerektiğini düşününce bunlar oluvermişti. Olamazdı. O kadar kitapları, o kadar notları tekrar okuma düşüncesi beynini kemirmeye başlamıştı bile. Ne yapmalıydı. Ne etmeliydi. Galiba yolun solu diye düşündü. İşte çıkmaz sokak dedikleri bu olsa gerekti. Birkaç gün içinde arkadaşları da telefon edip -kazanamadığını bildiği halde- sınav sonucunu soracaklardı. Hepsine tek tetk anlatacaktı aslında sınavın zor olmadığını, bildiği soruları yanlış yorumladığını, heyecan yaptığını vs vs… Off Off Off…ne yapmalıydı, nasıl bu buhrandan kurtulmalıydı. Bir yolu olmalıydı, toparlamalıydı hemen. Kendi kendine yeter miydi yoksa dışardan gelen bir sese mi ihtiyacı vardı. Bunu en azından şimdilik bilmiyordu. Sadece tek bildiği şey bu gece boyunca ağlamaktı. Başka bir şey bilmiyordu. Bunu yapacaktı. ..Ve yaptı da…O gece boyunca döktüğü gözyaşları bir sel olup akıp gitmişti.

Ertesi gün, hayatında hiç olmayan duygularla gözünü açmıştı. İlk kez umutsuz, çaresiz ve gelecekten hiçbir beklentisi olmayan bir doktor olarak güne başlamıştı. Oysa ki dışarıdaki milyonlarca insan onun yerinde olmak hatta doktor olmak için nelerini vermek isterlerdi. Ama bu duygular, onun gerçeklerinin bir türlü önüne geçemiyordu. Yaptığı kahvaltıda yedikleri, boğazında tıkanıyor ve aklına sınav sonucu geliyordu. Zaten TUS aklından hiç gitmiyordu ki… Elinde kumanda, TV kanallarını gezerken sanki haber spikerleri, sınavının sonucunu herkese duyuruyordu. Çok sevdiği diziden bu kadar nefret edeceğini aklından bile geçiremezdi. Okuduğu gazeteler sanki onu yazıyordu. Her yerde o vardı. Sanki herkes kendinden bahsediyor gibi geliyordu. Bütün bu olanlara rağmen hafızasını, duygu ve düşüncelerini bir türlü zorlayamıyordu. Ah bir zorlasa, sınavda aldığı bu sonucun olağan olduğu, çoktan seçmeli ve yerleştirmeli bir sınavda olabilecek bir sonuç olduğu, 6 ay sonra aynı sınavdan bir tane daha olduğu ve yine aynı konulardan sınav yapılacağını ve bu sınavı kazanmanın da zannedildiği kadar zor olmadığını anlayabilecekti. Ama bu düşünceleri beynine işlemek için biraz zamana ihtiyacı vardı…

Son zamanlarda sık sık olduğu gibi başı zonkluyor, tüm vücudunda dayanılmaz bir halsizlik ve yorgunluk hissediyordu. Düşünceler onu iyice yormuştu. Ancak düşüncelerle devamlı uyarılan reseptörleri down regüle olmaya başlamış ve doğru düşünme zamanı artık gelmişti. Vakti zamanında girdiği ÖSS sınavında elde ettiği başarı veya o dönemde sınavı kazanamamak gibi bir korkunun kapısının önünden dahi geçmediğini hatırlamaya başlamıştı. Pekala o dönemdeki duygu ve düşüncelerini bu güne taşıyabilirdi. Bunu başarabilirdi. Aile fertlerinin onu hep örnek göstermesi, arkadaşlarının onu sevmesi ve her şeyden önemlisi iyi bir hekim olabilme düşüncesi zihnini çalkalayıp duruyordu. Gerçekten o aslan yüreğiyle, çok iyi doktor olabilirdi. Bunu başarabilirdi. Ama zihnindeki bariyeri bir aşabilseydi. Ah bir aşabilse…Acaba psikiyatrise mi gitmeli yoksa psikiyatristi ayağına mı getirmeliydi. ..

Telefonun diğer ucundaki ses, ona sınavı nasıl kazanacağını telkin edip duruyordu. Sanki psikiyatristi ayağına gelmişti. Sınavın zor olmadığını, sadece zihnindeki engellerin aşılması gerektiğinin, kısa ve hatırlatıcı tekrarlar yapılması gerektiğinin, bol soru çözülmesi gerektiğinin, özellikle TUS sorularının mutlaka çözülmesi gerekliğinin, moral motivasyonun üst düzeyde tutulması gerektiğinin, geçmişteki alınan başarısız sonuçların kesinlikle yönlendirici olmaması gerektiğinin, kendiyle barışık olması gerektiğinin, ders çalışırken atriyal fibrilasyon gibi kaotik bir ritimde değil normal sinüs ritmi gibi düzenli, sayısı ve dengesi belli olan bir çalışma yapması gerektiğinin, sınava çalışırken her şeyden önce bir insan olduğunu unutmaması gerektiğinin, zaman zaman deneme sınavlarında alınabilecek olumsuz sonuçların kendisini olumsuz etkilemesine müsaade etmemesi gerektiğinin, ders çalışma süresince ailesiyle olan ilişkilerine özen göstermesi ve gereksiz yere onların kalbini kırmaması gerektiğinin altını çizip durmuştu.

Sınav sonuçları açıklandıktan sonra, heyecandan kıpır kıpır olan yüreğiyle, korku ve heyecanın hakim olduğu bir duyguyla bilgisayarının başına oturmuş, TC kimlik no’sunu ve işlem kodunu heyecanla girmişti. Saniyenin onda biri kadar bir zaman sonra enter tuşuna basmış ve…

Bir insan altı ay önceki yaşadığı duyguları yaşayabilirmiydi. İşte şu an yaşıyordu. Sırtından büyük bir yükün indiğini fark ediverdi o an. Artık telefonları çalsın istiyordu. Televizyon seyretmek, gazete okumak istiyordu. Yediği yemekler ilk kez bu kadar lezzetli ve tatlı geliyordu. Bir an aklına ailesi gelmişti. Şu an kendisinden fazla sevindiklerine adı gibi emin idi. Arkadaşları aklına geldi. Arkadaşlarının da sevindiğini düşünüyordu. Sanki herkes her şey,,.Simitçi, bakkal, manav onun için seviniyordu.

Telefondaki ses…O da sevinmişti. Hem de sınavı kazanandan çok. Telefonda ki ses; belki bir anne, belki abla, abi, eş, dost, akraba, kardeş belki sevgili, belki bunların hepsi, belki bunlardan hiçbiri…

Belki de telefondaki ses, içinden gelen sesdi…

Dr. Fatih SELÇUKBİRİCİK

Bu yazı 6771 defa okundu.


Yazarın diğer yazıları :

Yorum yapın :