|


TUS’da Fizyoloji’nin Önemi

Fizyoloji, canlıların mekanik, fiziksel, biyokimyasal fonksiyonlarını ve sistemlerin işleyişini inceleyen bilim dalıdır. Yunanca doğa anlamına gelen “physis” kelimesi ile bilim anlamına gelen “logos” kelimesinin birleşmesi ile ortaya çıkmış olan Fizyoloji terimi, moleküler düzeyden hücre, doku, organ, sistem ve organizma düzeylerine kadar fonksiyonu ve bu fonksiyonun altında yatan mekanizmaları araştırır. İç ortam ve homeostaz kavramları, Fizyolojik yaklaşımın temel prensiplerini belirler ve fonksiyonun araştırılmasında her düzeyde etkileşimlerin önemini vurgular.

Fizyoloji Temel Tıp Bilimleri’nden olup gerçek anlamda da tıbbın temelini oluşturmaktadır. İşleyen bir sistemin patolojik olup olmadığını ya da nelerin yanlış gittiğini anlamak için öncelikle o sistemin normalinin bilinmesi gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında Tıp’ta bütün klinik bilimlerin anlaşılmasında ve geliştirilmesinde Fizyoloji’nin önemi oldukça büyüktür. Bu nedenle, Fizyopatoloji alanı hastalıkların altında yatan fizyolojik mekanizmadaki değişiklikleri inceler ve yine belki de bu nedenle Nobel Ödülü’nün orijinal adı “Nobel Prize in Physiology or Medicine”dir.

Kardiyoloji’de hipertansiyonun oluş mekanizmalarını iyi kavrayabilmek için, arteryel kan basıncını oluşturan nedenleri; kalp debisini etkileyen faktörleri ve total periferik direnci değiştiren olayları bilmek durumundayız. Diüretik başladığımız bir hipersansif hastada debiyi azaltarak kan basıncını düşürmeye çalıştığımızı ya da anjiyotensin converting enzim (ACE) inhibitörü verdiğimiz bir hipertansiyon hastasına bu ilacın kendisini niçin öksürttüğünü söyleyebilmek için renin-anjiyotensin-aldosteron sistemini bilmek zorundayız.

Nefrolojide renal yetmezliği olan bir hastanın sorununu anlayabilmek için, böbrek fonksiyonlarını etkileyen nedenleri, glomerüler filtrasyonun mekanizmasını, filtrasyon bariyerinde bulunan yapıları ve net filtrasyon basıncını oluşturan faktörleri bilmek durumundayız ki; hangisindeki bozukluğa bağlı bir sorun olduğunu anlayabilelim.

Antiagregan tedavi uygulayacağımız bir hastada neden ADP antagonisti ya da niçin GpIIb-IIIa reseptör blokeri bir ajan kullandığımızın mantığını bilmek için, pıhtılaşmanın mekanizmasını, trombositlerden salgılanan faktörleri, trombositlerin kümeleşmesini etkileyen olayları ve fibrinojenin rolünü bilmek zorundayız.

Nörolojik bir hastanın ekstremitelerindeki durumuna bakarak problemin korteksten mi yoksa beyin sapı düzeyinde bir hasardan mı, yani sorunun dekortikasyon mu yoksa deserebrasyon rijiditesine ait bir klinik bulgu mu olduğunu düşünebilelim. Tetanoz toksinine maruz kalan bir hastada dekortikasyon rijiditesi gelişmemesi için izole odaya koymamızın nedenini kavrayabilelim ya da futbol sahasında kas ağrısı çeken bir futbolcunun kasını gevşetmek için niçin dorsal fleksiyon yaptığımızı yorumlayabilelim.

Yine sildenafil kullanan bir hastada fosfodiesteraz enzim inhibisyonu esnasında PDE5 ile birlikte PDE6’nın da etkilendiğini ve istediğimiz etkinin yanında görmede nasıl bir bozulma olabileceğini de hesaba katabilelim ve bu konuda hastayı bilgilendirelim.

Akciğer hacim ve kapasitelerini bilmeliyiz ki, FEV1/FVC değeri normalden düşük olduğu zaman, neden kompliyansla ilgili bir sorun aramıyoruz da obstrüktif bir akciğer hastalığı düşünüyoruz ya da bu hasta bronkodilatatörle düzeldiği zaman niçin KOAH değil de astıma yöneliyoruz bunun mekanizmalarını anlayabilmeliyiz.

İşte tüm bu örneklerde olduğu gibi, patofizyoloji’yi anlayabilmek için fizyolojik mekanizmaları bilmek, problemin hangi basamakta olduğunu tespit edebilmek ve buna göre de tedaviyi planlamak durumundayız.

Gelelim TUS’ta Fizyoloji’nin önemine…. 1987 Eylül TUS’undan 2012 yılına kadar sadece 5 soru sorulan sınavlarda bile (Histoloji-Embriyoloji hariç) diğer branşlardan yaptırdığı sorularla birlikte 20-30 arası soru yaptırma özelliğine sahip Fizyoloji bilgisinin; 2012 Nisan sınavından itibaren soru sayısı 10’a, etki alanı ise çok daha yükseğe çıkmış bulunmaktadır. Bu da Fizyoloji dersini daha ciddiye almamız gerektiğini bize göstermektedir. Hem soru sayısının hem de zorluk derecesinin artması ve yeni güncel bilgilerin sorulması ile birlikte Fizyoloji’ye daha fazla çalışmamız gerekmektedir. Böylece Histoloji-Embriyoloji’yle birlikte çıkan 18 sorudan en az 15-16 net yapacak ve bu çalışmanın bize katacağı yorum gücü ve ortak bilgiler sayesinde Anatomi, Biyokimya,Farmakoloji, Patoloji, Küçük Stajlar ve Dahiliyedeki bazı fizyopatoloji sorularına ve daha birçok derse daha katkı sağlayacaktır.

Örneğin Farmakoloji, Biyokimya ve Fizyoloji’de ortak olarak anlatılan reseptörler ve ikincil haberciler gibi konuları arka arkaya çalışarak daha da pekiştirebileceğiz. Ayrıca Farmakoloji ve Kardiyoloji’de anlatılan TUS’ta da sıkça sorulan diüretikleri, yan etkilerini, etki mekanizmalarını daha iyi anlamak ve Patoloji, Çocuk Hastalıkları ve İç Hastalıkları Nefroloji’de ortak konulardan olan böbrek ve Tübüler Patoloji sorularını ezber yapmadan, mekanizmalarını iyice anlayarak soru kaçırmayacak şekilde çalışmak için öncelikli olarak böbrek ve Tübüler Fizyoloji’yi güzel bir şekilde anlamak gerekecektir.

Yine Otonom Sinir Sistemi Fizyolojisi’ni çalışırken sempatik ve parasempatik sistemin vücutta ortaya çıkardığı etkileri, reseptörlerini, nörotransmitterlerini, bu nörotransmitterlerin yapım ve yıkım aşamalarındaki enzimleri ve bu enzimleri bloklayan maddeleri de içine alacak şekilde çalışarak farmakolojide OSS’yi etkileyen ilaçlar, etki mekanizmaları ve yan etkilerini de kolayca anlamamıza ve Farmakoloji gibi ezber bir dersi bile mantığını çözerek daha kalıcı bir şekilde anlamamıza yardımcı olacaktır.

İşte tüm bu nedenlerden dolayı Fizyolojiyi iyi öğrenmeye ihtiyacımız vardır. Anlaşıldığı ve iyi öğrenildiğinde çok keyifli bir ders olan, yorum gücümüzü geliştirerek çalışma moral ve motivasyonumuzu daha da artırarak sınav başarımızı yükseltecek olan Fizyoloji’yi iyi öğrenmek dileklerimle……

Dr. Faruk BAĞIRICI

Bu yazı 17894 defa okundu.


Yazarın diğer yazıları :

Yorum yapın :