|


“ÜŞENME, ERTELEME, VAZGEÇME”…

Olağanüstü yoğun bir günün ardından anahtarıyla evinin kapısını açıp içeriye girmişti. Derin bir ohh çekti ve elindeki çantayı masaya, hırkasını sandalyeye, kendini de koltuğa bırakıvermişti. İnanılmaz yoğun bir günün ardından bir insana verilebilecek en güzel hediye galiba insanın evinde sessizce uzanıp dinlenmesiydi. Şu anda hayatta hiçbir şeyin ne kıymeti vardı, ne de önemi…En büyük kıymet onun için boylu boyunca uzanmaktı. Gözleri yavaş yavaş kapanmaya ve geçirdiği bir yıl gibi geçen bir günü gözünün önünden yavaş yavaş geçirmeye başlamıştı.

Oysa bu sabah biraz daha umutlu çıkmıştı evinden. Belki dün yaşadıklarını yaşamayacak ve belki bugün gerçekten doktorluk yapacak, birilerine gerçek anlamda yardımcı olabilecekti. Ama yine de hep kuşkuluydu ve hep soru işaretleri aklından geçiyordu.

Bu duygu ve düşüncelerle sağlık ocağının kapısından adımını atmış, her zaman gördüğü insanlara tek tek selam vererek odasına geçmişti. Çantasını açmış, içinden gireceği sınav için hazırlanmış olan soru kitabını masasının bir kenarına koymuştu. Önlüğünü giymiş, stetoskopunu boynuna atmıştı. Oturmuş ve ilaç firmasının verdiği bardaktaki çayından yudumlamaya başlamıştı.

Bütün amacı hasta bakmaktı. Ama sadece hasta. Gerçek hasta…Faydalı olabileceği birileri gelmeliydi bugün…Derken hastalar gelmeye başlamıştı. Ama o da ne? daha içeri giren ilk hastadan bugünün, dünden bir fotokopi olacağı belirivermişti. Karısının vajinal supposituarını ve çocuğunun öksürük şurubunu kendi karnesine yazdırmaya çalışan mahalle muhtarına “bu ilaçları sizin karnenize yazamam” dediğinde muhtar höykürerek, tehditler savurarak ve kapıyı çarparak çıkıp gitmişti. Olsundu. Buna alışıktı. Bu gibi durumları defalarca yaşamıştı. Onun için reseptörleri bu durumu yeterince algılayıp muhtara karşı gerekli aksiyon potansiyelini oluşturamamıştı…

Derken, çok geçmeden ilçenin ilkokul mezunu belediye başkanının sağlık ocağına geldiğini duymuştu. Neden gelmiş diye aklından geçirirken kapı çalınmadan içeriye başkan girivermişti. Hoşgeldiniz, buyurun, oturun demeden oradaki koltuğa çöküvermişti. Lafı fazla uzatmadan, son derece kaba bir uslupla” doktor, benim oğlan bugün uyuyakalmış. Sınavına giremedi. Ona bir rapor ayarlasana” demişti. Bu cümleleri duyunca bir anda kendi öğrenciliği gözünün önüne gelivermişti. Bırak bir sınavı uyuyakaldığından dolayı kaçırmayı, çalışmadan girdiği sınavı bile olmamıştı. Bir an düşündü. Beyefendinin oğlu saat 11’e kadar arka ayaklarını uzatarak yatacak sonra ben ona istirahat raporu vereceğim!.Böyle bir şeyi asla ve asla yapmamalıydı. Dönmüş ve büyük bir kararlılıkla “böyle bir rapor yazamam.”deyivermişti. Ama demesiyle odanın içinde höykürmeler almış başını gitmişti. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?, seni sürdürürüm, asarım, keserim…”Bu sefer kısmi bir aksiyon potansiyeli oluşmuş ancak içindeki potansiyel enerjiyi, kinetik enerjiye dönüştürememişti. Dönüştüremezdi de zaten. Buna aldığı terbiye, ne de kişiliği müsaade ederdi.

Artık manava, bakkala, kasapa doğru düzgün selam veremez olmuştu. Çünkü selam verince bu selam ona reçete, muayene ve rapor olarak dönüyordu.

Akşam’ın beşi geldiğinde o günün diğer günlerden hiçbir farkı olmadığını görmüştü. Yine tıp dışında her bir şeyle karşılaşdığını düşünürken eve gitme vaktinin geldiğini fark etmişti. Sabah masasının kenarına koyduğu kitabı, kapağı bile kaldırılmadan, aynen orada öylece duruyordu. Kitabını oradan aldı ve özenle çantasına yerleştirmişti. İşinin artık bittiğini düşünerek yavaşca evinin yolunu tutmuştu.

Kafası dolu olduğu halde o kadar da yorgun olan gözlerine uyku girmek bilmiyordu. Gün içinde yaşadıkları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu. Kaktı yüzünü yıkadı. Bir şeyler yapmalıydı. Artık bıkmıştı ve bu gidişe bir dur demenin zamanı gelmiş, hatta geçiyordu. Meşhur çantasını açmış ve içindeki kitabını masasının üzerine koymuştu. Ama o an o kitabın kapağını kaldırmak, sanki 100 ton ağırlığındaki bir yükü kaldırmakla eşdeğerdi. Biraz cesaret, biraz güç ve biraz da enerji lazımdı. Artık hergününün o gün gibi olmasını istemiyordu. Yapabilirdi. Yapmalıydı da. Çünkü bugüne kadar hep yapmıştı. Hiç yapamadığı ve başaramadığı bugüne dek olan bir şey değildi. Karamsar ve kötümser olmamalı ve kendini negatif beslememeliydi. Bütün bunları düşünürken, aklına ÖYS için gittiği dersanenin girişinde yazan bir yazı gelmişti. “ÜŞENME, ERTELEME, VAZGEÇME”…

Allahım, buldum işte. Tamam demişti. Asla açamayacağını düşündüğü bir kapının anahtarını bulmuştu. Hemde yanıbaşında.

Üşenmeden kalkıp gitmiş ve masasına oturmuştu. Artık bugünün işini yarına bırakmayacaktı. Ve artık asla vazgeçmeyecekti.

Fakülteden mezun olduktan sonra ilk kez kendini bu kadar kıpır kıpır hissediyordu. İlk kez içine bir güneş doğduğunu hissetmişti. Artık bundan sonra yol arkadaşı ve yol haritası belliydi.

Uykuya dalarken hala yol arkadaşını sayıklıyordu. “ÜŞENME, ERTELEME, VAZGEÇME”…

Dr. Fatih SELÇUKBİRİCİK

Bu yazı 8730 defa okundu.


Yazarın diğer yazıları :

Yorum yapın :